Prof. Dr. Anıl Çeçen: Türkiye‘yi Türkçülük kurdu
Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti devletini Türkçülük akımı kurmuştur. Türklerin tarihin en eski dönemlerinden bu yana var olmaları ve birçok devlet kurmalarına rağmen, sadece Türklerin var olması Osmanlı sonrası dönemde yeterli olmamış, Türkler imparatorluğun başında bulunmalarına aynı zamanda devlet güc...
O dönemin koşullarında imparatorluklar cihan savaşı ile birlikte ortadan kalkarlarken dünyanın her yerinde ulus devletlere yönelme süreci başlamış ve bunun sonucunda da Osmanlı sonrası dönemde eski imparatorluk toprakları üzerinde alt kimlikler üzerinden ulus devlet arayışları öne çıkmıştır. İmparatorluklar geniş alanlara yayılan devletler olmaları nedeniyle, kozmopolit toplum yapılarına sahip olduklarından, devletin dağılma noktasında her kafadan bir ses çıkmış ve bu durumun sonucunda da belirli bölgelerde toplanmış olan alt kimlikli etnik ve kültürel toplulukların yaşadıkları alanlar üzerinde özgürlük arayarak, daha küçük devlet yapılanmaları ile birlikte ayrı devlet oluşumlarına yönelmişlerdir. İmparatorlukların merkezleri çökünce, merkezlere karşı başkaldıran büyük şehirler ya da bölgesel toplulukların kendi devletlerini kurma yoluna girerek, geleceğin ulus devletlerini yaratmayı da kapsayan bir yeni yapılanma dönemi gündeme gelmiştir. Dünya savaşı her kıtada önemli değişiklikler meydana getirdiği için, yeni durumlara uygun yapılanmalara yönelerek devlet sayısını artıracak ölçüde adımlar atılmıştır. Bu yüzden imparatorluklar sonrasında yeni devletler çağımızın ulus devlet kimliği ile ortaya çıkmışlardır. (...)Türkiye Cumhuriyeti’ni Türkler kurmuştur. Kendi halinde dünyanın çeşitli bölgelerine yayılarak yaşamlarını sürdürmekte olanların ya da ekmek kavgası doğrultusunda geçim sorunlarını karşılamaya çalışanların, böylesine çağdaş bir devlet kuramayacakları açıktır. Bu nedenle Türk devletinin arkasında kendi halinde yaşayan Türkleri değil ama tarihten gelen bilgi birikimi, dünya siyaseti ve insanlığın içinde bulunduğu konjonktürler hakkında bilgi sahibi olan ve bu doğrultudaki çabaları sistemli bir yönde kullanan Türklerin oluşturdukları, Türklük bilinci ve buna dayanan Türkçülük hareketi Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin dünya haritasındaki yerini almasına giden yolu kat ederek, bugünlere kadar gelebilmiştir. Böylesine bir süreci başlatan ve bugünlere kadar getiren siyasal oluşum Türkçülük hareketi olmuştur. Bir anlamada bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratan siyasal ve toplumsal gücün Türkçülük hareketi olduğu bilinmektedir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti adı ile bir Türk devleti çağdaş dünyada var olabiliyorsa, bunun arkasında örgütlü bir yapılanmanın ve stratejinin bulunduğunu görmek gerekmektedir. Türk ulus devletine doğru gidişin hem öncüsü hem de örgütleyicisi durumunda olan bir Türkçülük akımının belirli bir zaman dilimi sonrasında ortaya çıkarak öne geçtiği ve örgütlenerek son hedef olan bağımsız Türk devletini kurduğunu, tarihteki gelişmeler göstermekte ve buralardan gelen gerçekler de geleceğin cumhuriyet kuşaklarına bugünkü Türk devletinin nerelerden geldiğini ve nasıl bir süreç içinde bugünkü yapılanma modeline eriştiğini ve neden Atatürk’ün devlet modeline yönelindiğini iyi görmek gerekmektedir. Türkçülük hareketine yön gösteren Türklük olgusu ile bugünlerde Türk dünyasının elinde olan bilgi birikiminin her yönü ile ele alınarak incelenmesiyle, Türklük olgusundan Türkçülük hareketine nasıl geçildiği çeşitli yönleriyle öne çıkmaktadır. Tarih öncesi dönemde dünya tarihinde yer almış olan proto -Türkler’den başlayarak, bugünün yaşanan dönemlerine kadar Türklük olgusunu ve Türklerin konumunu her yönü ile ele alarak incelemek, Türklük üzerinden Türkçülük hareketinin aydınlığa kavuşmasını ve bugünün Türkçülük hareketinin her yönü ile Türk kamuoyu tarafından öğrenilerek bilinmesini sağlayacaktır. Bu gibi gerçeklerin incelenmesi sayesinde varılacak yeni siyasal bilinçlenme ile Türkçülük hareketinin gelişmesi ve Türklük olgusunun bugünün dünyasına daha ağırlıklı bir biçimde girmesini günümüzün genç Türk kuşakları sağlayacaklardır. Türkçülük hareketinin eseri olan Türk devletinin gelecekteki yeri ve yükselişi bir Türklük bilinci içinde, genç kuşakların nöbeti devralarak daha üst düzeydeki hedeflere ulaşılması ile mümkün olabilecektir. Yirminci yüzyılın başlarında neden böyle bir Türk devletinin kurulduğunu ve bu devletin nasıl bir yüzyılı geride bırakarak, yirmi birinci yüzyıla geldiğini Türk dünyasının iyi bilmesi ve bu bilgi üzerine Türk devletine sahip çıkılarak, çağdaş cumhuriyet yönetiminin sonsuza kadar yaşamasını sağlayacak bir atılımın gerçekleşebilmesi için bu çizgide yeni adımların atılması gerekmektedir. (...) Balkan savaşlarının kaybedilmesiyle birkaç milyonluk büyük bir Balkan göçmeni grup Anadolu yarımadasına gelerek Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni vatandaşları olmaya çalışıyorlardı. Daha sonraki yıllarda Mübadele Antlaşması ile belirli kurallara bağlanacak olan nüfus kaydırma operasyonlarında Anadolu Hıristiyanları ile Balkan Türkleri takas edilerek yeni ulus devletin tabanında daha istikrarlı bir homojen yapılanmaya gidilmesi için çaba gösterilmiştir. (...) Anadolu Müslümanları Avrupa kaynaklı Haçlı ordularına karşı direnerek işgal ordularının ülkeden çıkmasını sağlıyorlardı. Anadolu’da Müslüman Türklere karşı savaşan tüm orduların daha çok Hıristiyan asıllı olmaları yüzünden Müslümanlar bu duruma karşı çıkarak silahı alıp dağa çıkıyorlar ve ülkede direnme noktaları oluşturarak Avrupa merkezli haçlı ordularının önlerini keserek saldırgan orduları Akdeniz’e doğru püskürtüyorlardı. Anadolu’nun gayrimüslim gruplarını İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya gibi Hıristiyan kökenli emperyalist ülkeler kontrol altına alarak, Türk ve Müslüman Anadolu halkına karşı kullanabilmenin arayışı içine giriyorlardı. İngilizler Yunanlıları, Fransızlar Ermenileri, Ruslar Gürcüleri Türklere karşı kullanırken, sahip oldukları gayrimüslim yapıların verdiği avantaj olarak beliren yakınlıkları Türk ve Müslüman direnişine karşı kullanıyorlardı. Doğu Anadolu’da Gürcü, Rum ve Ermeni asıllı imparatorluk kalıntısı Müslüman olmayan nüfus topluluklarının Osmanlı sonrası dönemde de sahip oldukları haklar üzerinden varlıklarını sürdürmeleri meselesi öne çıkarken, Kemalist rejim batılı düşmanların topluca saldırılarına karşı eski Osmanlı ahalisi olan Anadolu halkını bir araya getirerek, uluslaştırabilmenin yollarını arıyordu. (...) Türkiye Cumhuriyeti kuruluş aşamasında bütün Müslümanları vatandaş olarak benimsemiştir. Gayrimüslim toplulukları azınlık olarak görerek onlara azınlık hakkı tanımıştır. Ne var ki, cumhuriyetin çağdaş bir yapılanmaya laiklik ilkesini benimseyerek yönelmesi aşamasında, Museviler azınlık haklarından vazgeçerek çağdaş cumhuriyetin eşit vatandaşları olarak, bütün hak ve özgürlükleri kullanmak istemişlerdir. Türklük temelinde bir araya gelemeyen Türkiye vatandaşlarına Müslümanlık bir birlik modeli olarak öneriliyor, ya da alt kimlikli yurttaşların Türkçe öğrenmeleriyle de Türklük olgusu hayata geçiriliyordu. (...) Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet öncülüğünde Türkiye toplumunun hızla uluslaştırılabilmesi için çeşitli ulusçuluk projeleri hazırlanarak toplum içinde uygulanmalarına çalışılıyordu. Bu çizgide hareket eden bir Kemalist aydın Türkiye halkının Türkleşmesi doğrultusunda on ilke öneriyordu: 1-Türkçe konuşulmalı, 2-Türkçe dua edilmeli, 3- Çocuklara Türkçe isim konulmalı, 4-Çocuklar Türk okullarına gönderilmeli, 5-Türklerle aynı ortamlarda yaşamalı, 6-Okullarda Türkçe eğitim yapılmalı, 7-Türk toplumuyla bütünleşilmeli, 8-Vatandaşlık hakları kullanılmalı, 8 -Ekonomide görev üstlenmeli, 9-Azınlık zihniyeti terk edilmeli, 10- Eğitimde sadece Türkçe kullanılmalı, Bu on ilke doğrultusunda hem yerleşik Türklerin hem de eski imparatorluk ülkelerinden gelen göçmenlerin hızla cumhuriyetçi bir çizgide, Türk olabilmelerini sağlama doğrultusunda seferberliklere kalkışılması gerekiyordu. Zamanla Türkçe öğrenemeyen, ya da Müslüman tabana karşı çıkan bazı gayrimüslim grupların çeşitli tepkileri ile karşılaşılmış ama savaşlar sonrası dönemde, zamanla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes, Türkiye anayasasında güvence altına alınan cumhuriyetin temel ilkeleri hedefinde, düzenli ve güvenli devlet politikaları uygulama alanına getirilince, Türk toplumunun yüzde doksanı bir ortak rıza oluşumu içinde devlet ile uyum içinde yaşamaya ve çalışmalara yönelmişlerdir. Türk devletinin yaptığı bilinçli programlar aracılığı ile Türk toplumunun daha üst düzeyde uluslaşmasının gerçekleştirilmesi aşamalarında, asimilasyon suçlamalarıyla entegrasyon stratejilerinin önlerinin kesilmesi, Türk ulus devletinin geleceği açısından dikkatle izlenmesi gereken durumlardır. Bu doğrultuda ulus devletler arasında sürüp giden ulusal rekabet çekişmelerinin belirli bir ölçüde uluslaşma süreçlerine zarar verdikleri, bütün dünya ülkelerinde görülmekte olan bir durumdur. Türk ulus devleti Atatürk ve arkadaşları tarafından sağlam temeller üzerine kurulduğu için gelecekte bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti emin adımlarla yoluna devam edebilecektir. Kemalist dönem geride kalmıştır ama henüz Türkiye Cumhuriyeti anayasası yürürlüktedir. Atatürk’ten gelen temel ilkeler ve onun ortaya koyduğu devlet modeli, günümüzde Atatürk karşıtı çevreler tarafından paradigmanın iflası gibi uydurma senaryolarla devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır. Küresel emperyalizmin yeni dünya düzeni politikalarında ulus devlet düşmanlığı öne geçerken, Türklerin ulus devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti hem kapitalist hem de komünist bakış açıları ile küçümsenerek, yıkılmaya çalışılmakta ve bu gibi haksız ve yersiz saldırılara da paradigma gibi ne olduğu belli olmayan bazı yeni kavramlar öne çıkarılarak ve insanlarda akıl ve fikir kargaşası yaratılarak sonuç alınmaya çalışılmaktadır. Sovyetler Birliğinin çökertilişi gibi Kemalist devlet modelini de benzer bir biçimde devre dışı bırakmaya hevesli saldırgan ve yıkıcı unsurların, emperyalist ve Siyonist devlet modellerini Türkiye üzerinde geçerli kılmak üzere Atatürk’ün devlet modelini dünya haritası üzerinden silmek üzere, küresel kapitalizmin finanse ettiği uydurma paradigma senaryoları ile Türkiye Cumhuriyeti’ni karşı karşıya getirmektedirler. Unutulmasın ki, Türk devletinin kuruluşunun arkasında on bin yıllık tarihi birikim ile, yüz elli yıllık Türkçülük birikimi vardır. Bu durumu iyi anlayabilmek için Türk tarih tezi ile birlikte, Türkçülüğün tarihinde birbiri ardı sıra ortaya çıkan gelişmeleri bir bütünlük içerisinde incelemek gerekmektedir. Anadolu yarımadası üzerindeki Türkiye’yi, Türkçülük hareketi ile birlikte Türk ulusunun kurduğunu hiçbir zaman unutmamak gerekmektedir. Atatürk bütün bu birikimi Türkiye’ye kazandıran bir kurucu önder olarak, günümüzde gene Türklere yol göstermeye devam etmektedir. Bu yüzden Türkler, Türkçüler ve Atatürkçüler gelecekte birlikte mücadele edecektir. Prof. Dr. Anıl Çeçen
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR